26 Eylül 2012 Çarşamba

patiskadaki kan

Gece yarısı, terden sırılsıklam bağırarak uyandığında, yanağından boynuna, yastığına ılık ılık bir şeyler akıyordu. Başucundaki abajura uzandı; yastığı kıpkırmızıydı...

Bileğindeki saat üçe geliyordu, bileği, parmakları kan içindeydi; burnum kanamış demek diye düşündü, üstüne yatmış olmalıyım...

Dışarıda, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu.

Sabah uyandığında, geceden kalan ıslak toprak kokusu, açılan camla birlikte olanca serinliğiyle odaya doldu. Gecenin elektrik yüklü bulutları çoktan uzaklaşmış, yerini güneşli, serin bir sabaha bırakmıştı. Açılan pencerenin camındaki yansımada hızla ovuşturarak, geceden kalan, yüzüne bulaşan izleri kazıyarak uzaklaştırmaya çalıştı; tırnaklarının içi kırıntılarla doldu.

Tıraş olup banyodan çıktığında keyfi oldukça yerindeydi. Burnunu sildikçe mendiline bulaşan ince, pembe sızıntının dışında önemsenecek pek bir şey yoktu; aynanın karşısında gördüğü yüz -sırıtıyordu- hoşuna gitmişti.

Temizlikçi kadın nasıl olsa gelir, yatağını yorganını toplardı ama içine sinmedi, odayı şöyle bir toparlamak, ardından gönül huzuruyla dışarı çıkmak üzere yatak odasına geri döndü. Alışılmış hareketlerle ortalığı düzeltmeye koyulduğunda, yastığın üzerindeki geniş kızıl lekenin koyu kahverengiye dönmüş olduğunu hayretle fark etti; oysa dün, yani yıllar önce yaşadığı o gün... O mezarlıkta...

Onları birlikte yolcu ettiği günün akşamı, kız kardeşi telefonla aramış ağlamaklı bir sesle kilometrelerce uzaktan "Babam öldü!" deyivermişti. Soğuk, basit iki kelime, babamız öldü...

Haberi alır almaz yola çıkmış, gece henüz gündüze dönmeden, Karadeniz sahilinde, yıllar önce satın aldıkları mütevazı yazlıklarına ulaşmıştı bile. Evin kapısını çalmadan önce, sabahçı büfelerden birine uğrayıp ceketine sardığı ucuz viskiden peş peşe bir kaç iri yudum aldı...

Gecenin karanlığında, köşedeki çalılıkların arasında gizlenen ağustos böceğinin yalnız feryatları dışında -sahile vuran dalgaların sesi duyulmadığına göre deniz sütliman olmalıydı...- tek ses çıkmıyordu; gökyüzü -uçsuz bucaksız nebula!- ışıltılarla parlıyordu...

"Vantilatör açık kalsın, üstüne doğru şöyle!" demişti komşu kadın saatlerce oturduktan sonra evine giderken "Madem bu gün burada kalacak, hava sıcak, yarına daha çok var..."

Kanepenin üstündeki beyaz örtü, vantilatörün her geçişinde bir kez daha ürperiyor, altında yatan adamın soğuk bedenine -yüzüne- yapışarak biçimlenirken, açılışı sabırla beklenen görkemli bir heykel gibi suskun, günün ilk ışıkları bekleniyordu... 

Kimse konuşmuyordu... "Üzülme!" dedi, köşedeki sandalyesinde dimdik oturan yüzü bir kağıt gibi sararmış annesine sarılıp öperken. "Ne diyelim; başımız sağ olsun..."

"Beni karıştırmayın!" dedi kadın fısıltıyla dudakları arasından, sigarasının dumanını kanepede yatan adama doğru üfleyerek; "O benim için bir ceset!."

Böylesi derin bir nefretin, hem de böyle bir günde, böylesi zavallı bir biçimde dile getirilmesi, ardından kendisini haklı çıkartmak için annesinin, yıllardır ezberlediği cümleleri birbiri ardına sıralaması midesini bulandırmış, bir anda soluğu kesilivermişti. Nefes nefese kendini dışarıya attığını hatırladı...

Sonra olan bitenlerin ayrıntıları pek belirgin değildi hafızasında. Stationwagon bir taksi tutmuşlardı. Onlar önde, arkada kiralık Chevrolet, Bolu Dağı'nın dolambaçlı yollarında ilerlerken aklı hep tabuttaki babasındaydı; kim bilir nasıl sarsılıyordu o berbat, içi teneke kaplı kutunun içinde...

Geriye kalan her şey kaybolmuştu; ta ki yastığındaki kan lekesinin sabah olduğunda kahverengiye dönüştüğü o ana kadar...

"Demek yaşıyordu!" diye inledi, boğularak sesi...

Mezar yeri açılmış, kalabalık telaş içinde çukurun etrafında toplanmıştı. Birileri, etekleri toza toprağa bulanmış cübbeli hocanın alışkın bir el hareketiyle, üstündeki örtüyü alıp, cemaat gelmeden az önce tepelenen toprağın üstüne yerleştirdikleri tabutun kapağını açmışlardı bile. Mezara indirmek üzere yanlarına getirdiklerinde, ak pak patiskadan dualarla, özene bezene kesilmiş kefene sarılı babasının başucunda, ıslak kırmızı bir leke, öylece duruyordu...

te

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder