24 Mart 2011 Perşembe

mutluluk

Kış bitmek bilmiyordu... Kısa günler birbirine ekleniyor, günlük güneşlik öğleden sonraları, kendini erkenden soğuk, karanlık bir geceye terk ediyordu. 

Terasa çıkan ıslak merdivenlerde göllenen sular, karanlığın içinde ayna gibi parlıyordu. Soğuk, her kapı aralandığında içerdekilerin ayak bileklerine dolanıyor, masa örtüleri belli belirsiz ürperiyor, rakı kadehlerini tutan parmak uçlarında ıslanarak, buğulanan camlara, tavana yükseliyordu...

İçeriye girdiğinde -bildik bir kokuyu arar gibi- derin bir göğüs geçirdi adam...
  
"Nereye oturmuştu?"
"Şuraya" diye yanıtladı garson", " ..öyle istememiş miydiniz?"
"Öyle!" dedi adam, "Öyle istemiştim evet..."

Bu sohbet her seferinde yineleniyordu...

Balıkçı barınağında, önlerinde ağların üst üste yığıldığı, denizin üstüne oturmuş salaş bir balıkçı lokantasındaydılar. Terasın hemen altındaki rıhtımda baştan kara olmuş irili ufaklı "Alamatra"lar, kendilerini   karaya bağlayan halatları -gıcırtılarla- bir gevşetip bir gererek  gecenin karanlığında   -bir başlarına!-   salınıyorlardı.

Garsonun gösterdiği yerin tam karşısındaki sandalyeyi çekerek masaya oturdu adam. İri elleriyle önündeki beyaz örtüyü iki yana çekiştirip düzeltirken, "Kur bakalım şimdi sofrayı"  dedi  "O akşam buraya ne getirdiysen..."  

Şehrin ışıkları gecenin karanlığında denize akıyordu...

"Tek mi içiyordu rakıyı..." diye sordu "...yanında su?!."
"Tek di, tek galiba", "...yanında su... bilemiyorum..."

Önündeki bardağı ince bir rakıyla doldurmuş, çevredekilerin şaşkın bakışları altında arada bir kadehini nezaketle yukarı kaldırıp, karşısında duran ince bardağa dokundurarak, çoğu zaman suskun, zaman zaman da zor işitilebilir bir sesle konuşuyor, daha çok karşısındaki kadını -karşısında bir kadın varmış gibi davranıyordu- hayranlıkla seyrediyordu adam. Masalar kulak kesilmiş -onları!- dinliyordu...

"İyi ki tanıdım seni" diyordu adam. "Sıkıntılı bir hayatım vardı senden önce, heyecansız, anlamsız, boş, bom boş... Sonra sen çıktın önüme; bir anda değişiverdi her şey, günlerim, gecelerim değişti, ben değiştim; sen vardın artık yanımda her sabah uyandığımda, gözlerin vardı, gülüşün vardı, sesin, nefesin, sıcaklığın vardı..."

Garson, masaların arasında her dolaştığında, adamın yanında kısa bir süre duruyor, her seferinde şaşkınlıkla başını  sallayarak  geri  dönüyordu; orada -masada- tuhaf şeyler oluyordu...

"İlk kez birlikte olabileceğimiz, sadece bizim olan bir mekanımız var, bayılıyorum buraya; hiçbir şey şu cam kenarı masa kadar huzur, heyecan veremez bana; iyi ki varsın tatlım, iyi ki kırmadın beni, geldin..."

Boşalan kadehleri doldurmak üzere yanına geldiğinde eliyle "yeter" dedi adam garsona, "Artık içmeyelim..." Sonra izin alır gibi fısıldadı; "Sıkıldınsa kalkabiliriz bitanem..."

Kapıya doğru yürürlerken herkes dönmüş bu ilginç çifti izliyordu. Kapıyı açıp önden geçmesine izin verdi kadının adam...

"Deli mi bu?" diye sordu garsona masada oturanlardan biri.

"Onu bilmem ama..." diye cevapladı garson şaşkın şaşkın "Her geldiğinde izliyorum, hiç dokunmadığı halde karşısına koyduğu rakı da, su da tükeniyor; durup dururken kirlenen tabak da cabası; selâmün kavlen min rabbin rahim!. "

Şehrin ışıklarına inat, geceye deli gibi bir ay doğuyordu...




2 yorum: