3 Şubat 2011 Perşembe

gözler

Tavandaki floresan ışıklar göz alıyordu....

Vitrininin iki yanında -biri içerde, diğeri dışarda- bir an göz göze geldiler... Yüzünde, sadece gözlerini dışarda bırakan -hasta mıydı yoksa!- beyaz bir maske taşıyordu kadın. Bir nehir gibi akıyordu kaldırımda, bir o yana bir bu yana hızla gelip geçen insanlar...

Dışarıya -kadına!- odaklanmıştı adam; belli belirsiz gülümseyiverdi birden...

İri gözleriyle onayladı bunu kadın...

Vitrinde asılı duran, üzerinden simler sarkan küçük, kırmızı, yılbaşı kalplerini yanındaki süslü püslü genç kıza gösterirken -işaret- parmağıyla cama dokundu; iki kız, kendi aralarında gülüştüler... 

Yüreklenmişti adam... Kaşkolünü burnunun üstüne doğru çekip gülerek, parmağının ucuyla aynı yere ince bir tereddütle dokundu; neş'e, camın her iki yanına birden, aynı anda yayılıverdi...

Elindeki alışveriş sepetini bırakıp, koşar adımlarla dışarı çıktı adam; virtinin önünde, yaşlı bir adam, koluna girdiği karısına eliyle birşeyler gösteriyordu...

Kalabalıkların ardından koşarak boşuna aradı kaldırım boyunca gülümseyen gözleri...

Mağazaya döndüğünde tamamladığı alışverişini motosikletinin yan çantalarına yerleştirip kaskını giydi ve yoğun trafiğin içinde kayboldu adam...

İzleyen günlerde defalarca aynı mağazanın yolunu tuttu adam. Motoruyla aynı saatlerde mağazanın önüne geliyor, içeri giriyor, devasa vitrinin ardından -mağazadakilerin şaşkın bakışlarına aldırmayarak!- gelen geçeni izliyordu... 

Sonbahar yerini ağır bir kışa terketmiş -ıslak sokaklar paketçi motorlarına kalmış- renkli, albenili, şık motorcu giysileriyle mağazaya gelişleri önceleri aksamış, sonra giderek unutulmuştu adamın...

Günler geçiyor, kış koşulları, yerini yemyeşil, yepyeni bir bahara, bırakıyordu...

O sabah içinde derin bir sevinç ve umutla uyandı adam. Pırıl pırıldı gökyüzü... Seve okşaya yola çıkardığı motorunun etrafında son bir kez dolaştı gururla; motoru çalıştırıp, kaskını, eldivenlerini giydi; mükemmel bir gündü...

En bildik sokakları, caddeleri geçerek otobana -her sürüş yeni bir planlamaydı!- yöneldi adam. Bomboştu yollar; yatarak virajlara giriyor, yüreklendikçe süratleniyor, bedenine adrenalin yükleniyordu...

İşte mutluluğun tanımı diye düşündü keyifle; son kez göz ucuyla kadrana baktığında ibre 299 u gösteriyordu; yüzündeki çılgın tebessüm önüne birden çıkan bir gölgeyle kayboluverdi... 

Gözlerini açtığında, tavanı kaplayan floresan lambalar etrafını görmeyi engelliyordu. Durmaksızın birileri üzerine eğiliyor, ellerindeki küçük fenerlerle göz diplerine bakıyor, tartışıyordu. Ne bir acı, ne bir sızı, hiç birşey hissetmiyordu...

Yoğun bakımda olmalıydı. Arada bir yatağını çerçeveleyen perde aralanıyor birileri gelip gidip kontrol ediyor, arkasında bir yerlerde bir monitörden, kalp atımlarına uygun sesler yayılıyordu...

Birden inanılmaz birşey oldu; kar beyazı maskenin dışına taşan -şaşkın!- iki iri bakışla göz göze geldi adam...

"Sensin!" dedi hırıltılı bir sesle "buldum seni!."

"Konuşma" dedi beyaz giysiler içinde kadın, boynunda steteskop, becerikli dokunuşlarla nabzını ölçüyordu sürekli adamın. "İyileşeceksin, korkma..." dedi, "İyi misin?"

"Çok mutluyum..." dudaklarından dökülen son sözleri oldu adamın...


Başucundaki monitör -susmaksızın!- uyarı sinyalleri gönderiyordu...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder