30 Aralık 2010 Perşembe

Çözüm

Geçenlerde bir TV programında Tarhan Erdem, geçmişten verdiği bir örnekle, sorunlarımıza alışılmadık bir çözüm bulmamız “zorunluluğunu!” dile getirterek, yakın tarihimizde buna ilişkin bazı örneklerin var olduğunu, Talat Aydemir ve arkadaşlarının ilk darbe teşebbüslerini hatırlatarak, İsmet İnönü’nün kural dışı çözümlemeleriyle ülkeyi krizden nasıl uzaklaştırdığını anlatıyordu.

Bir çözüm olmalıydı ama bu çözüm alışılmışın dışında bir çözüm olmalıydı.

İşte dedim, son yıllarda söylenen en doğru söz bu…

Olağanüstü Hâl Bölgelerinde sürdürülen ve on yılı aşan bir süredir Olağanüstü Hâl “antiterör!” uygulamaların sorgusuz sualsiz yaşandığı, binlerce insanın hayatını kaybettiği yılların, Diyarbakır Cezaevi’nde uygulanan kanlı işkencelerin hesabı aslında kimden, kimlerden sorulabilirdi?

Hiçbir farklılığı olmaksızın, karakol baskınlarıyla, mayın tuzaklarıyla işlenen cinayetlerin hesabı kimlerden ve nasıl sorulabilirdi?

Beyaz Toros’a bindirilip de bir daha geri gelmeyenler için bırakınız itirafçıları, itirafçıların çarşaf çarşaf günah çıkartmalarının al kanlı sonuçlarını, onlara o dönem, o pervasız “cellat” sorumluluğunu yükleyen devlet adamları yerine Beyaz Toros’un şoföründen mi hesap sorulmalıydı?

Emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın söylediklerine doğru kulak verirsek eğer; öylesine inanılmaz bir kaos yaşandı ki ülkemizde,  sorumlular sorulduğunda, sorumlu olmayanın bulunmadığı “dehşetli” kaotik bir ortamı yaşıyormuşuz meğer hepimiz.

Öyle bir ülke düşünün ki, başbakanı komşu bir ülkede (Azerbaycan’da) darbe planlayacak! Öyle bir ülke düşünün ki bu darbe planı komşu ülkenin devlet başkanına yine o ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından “kendi başbakanı ihbar edilerek” haber verilecek ve bu herkes tarafından bilinecek ve hiç kimse, hiç bir soruşturmaya uğramayacak… Her gün TV kanallarında hukukun üstünlüğünün tartışılmazlığını ezberlediğimiz bu ülkede, cumhuriyet savcıları bu ve benzeri gelişmeleri hep “görmezden gelecek!” sessiz kalacak ve susacak…

Öyle bir ülke düşünün ki, parlamentoda “susurluk” araştırma komisyonları kurulacak, sorumlu mevkilerde bulunan asker ve sivil bürokratlar ifade vermeyi reddedecek ve haklarında hiçbir soruşturma açılamayacak…

Öyle bir ülke düşünün ki devlet içinde devlet olan bir örgütün (Jitem!) varlığını duymayan kimse (sağır sultan!) kalmayacak, o örgütün kadrolu tetikçileri İsveç’ten gazetelere çarşaf çarşaf belgeler, ayrıntılı cinayet ihbarları, kan kusturucu itiraflar ve kendilerine bağlanan maaş bordrolarını gönderecek ve o ülkenin Genel Kurmay Başkanı böyle bir örgütlenmenin varlığından haberdar olmadıklarını söyleyerek suça ortak olacak ve hakkında hiçbir soruşturma açılamayacak…  

Öyle bir ülke düşünün ki insansız hava uçaklarının görüntüleriyle TV kanallarında kurulan ölüm tuzakları adım adım izlenirken, açılan soruşturmalarda bu katliama göz yumanlar değil de, görüntülerin basına nasıl sızdırıldığı araştırılacak…    

Öyle bir ülke düşünün ki, o ülkenin en radikal aydınları bile (Ahmet Altan!) sorumlular bir bir yakalanarak hesap sorulmadıkça özlenen çözüme ulaşılamayacağını haykıracak; kabaca, hesaplaşma kültürü, uzlaşma kültürüne bir türlü dönüşemeyecek…

Alışılmadık bir çözüme ihtiyacımız var tüm bu tutsaklıklardan kurtulabilmemiz için, Tarhan Erdem’in dile getirdiği gibi…

Ahmet Türk’ün meclis konuşmasını örnek almalıyız hepimiz; hoşgörünün, affedebilmenin, yüce gönüllüğün en mükemmel örneklerinden birine kulak vermeli, içtenliğine inanarak, ibretle dinlemeliyiz…

Bembeyaz bir sayfa açmalı, sorumluları kim olursa olsun, toplumsal barışımızı bozanları, işkencecileri, pusu kurup can alanları, harekât planlarıyla ülkeyi kaosa taşıyanları, bu güne değin yaşananların bir daha yaşanmasına izin vermeden, İsmet Paşa gibi bir çırpıda affedebilmeliyiz…

Bunun dışında âdil bir çözüm yolu yok çünkü…

te

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder